Piramit Haber

Babanın Oğluna Kahır Mektubu

Hikaye

Ölü bedenini yıkarken bugün, yaralarına baktıkça ağladım. En son babalar ağlarmış; en son ve en çok…

Oğlum,

Ölü bedenini yıkarken bugün, yaralarına baktıkça ağladım. En son babalar ağlarmış; en son ve en çok…

Bebekliğinde de bazen ben yıkardım seni; bazen de annenle bir yıkardık seni ve sen mutluluğunu gülücüklerinle belli ederdin hemen.

Sen şehitlik mertebesine erişmişsin ve cennete gidecekmişsin. Ben şehit babası olduğuma inanmıyorum oğlum. Evet, babanım, ama en sevdiği yemek enginar olan bir çocuğun babasıyım; ayrı futbol takımlarının taraftarıyken, beni kızdırmak için yapmadığı hınzırlık kalmayan bir çocuğun babası…

Ben ve annen, sana hep iyi şeyler öğretmek istedik; sevgiyle bağımlılık arasındaki farkı gencecik yaşında öğrendin. Melemen, omlet ve makarna dışında da yemekler yapabiliyordun, tek başına seyahat edebiliyordun, hele yirmi üç yaşındaki sen, son üç yıldır, bana ve annene romanlar tavsiye edebiliyordun ve biz böyle bir oğlumuz olduğu için çok seviniyorduk…

Ne zaman uzunca sussan, suskunluğunun ardından ilk söylediğin söz gülümsetirdi beni. Merak da ederdim açıkçası ne söyleyeceğini. Belki yarım saat susmuştuk bir gün; ben gazete okuyordum. “Baba, okuma yazma bilmek güzel şey” demiştin. “Elbette güzel şey; ama niye söyledin ki bunu?” diye sorduğumda, ” düşünsene, okumayı bilmediğin için Dostoyevski romanlarından haberin olmuyor ve yazmayı bilmediğin için de, aldığın kitaplara tarih düşemiyorsun; ne büyük bir kayıp!” demiştin ve gülümsemiştim sana. Şimdi, kendi başına aldığın ilk kitaba bakıyorum; tarih de düşmüşsün Behrengi`nin “Küçük Kara Balık” kitabına. Bu güzelim kitaba düştüğün tarihin yıldönümünde solup da gidiverdin aramızdan…

Kış ortasında Anneler Günü geldi aklıma birden; doğum günün, Babalar Günü ve 1 Mayıs… On bir yaşındaydın, bir işçi bayramıydı ve alet çantamı çıkartıp, hangi aletin nasıl kullanılacağını gösterdim sana. Çabuk kavradın aletlerin kullanımını ve dedin ki, “baba, ben de işçi olacağım!” Her yıl 1 Mayıs`a beraber katılırdık ve sınıf öğretmenliği bölümünden mezun olduğunda geçtiğimiz yaz, “en güzel işçiliği yapacağım; öğretmenlik yapacağım ve sizden öğrendiklerimi öğrencilerime de öğreteceğim” dediğinde, gözlerimiz doluverdi annenle. Hatırlıyor musun; birbirimize sarılıp, ilk kez sevinçten ağlayıverdik üçümüz de… Bize her gün zor artık; ama böyle özel günlerde, biz ne yapacağız ki…

Hamasi söylemler öyle incitiyor ki beni; nasıl bunca sevgisizleşebiliyorlar oğlum, nasıl bunca zalimleşebiliyorlar, nasıl bunca umarsızlaşabiliyorlar! Ahlâklı olduklarından, dürüst olduklarından ve yiğit olduklarından nasıl bunca emin olabilecek bir cesarete sahipler… Ben babayım ve beni anlamıyorlar oğlum! Anneni de anlamıyorlar; arkadaşlarını, kedimizi, çiçeklerimizi, hiçbirimizi anlamıyorlar…

Oğlum,

Ölü bedenini yıkarken bugün, yaralarına baktıkça ağladım. En son babalar ağlarmış; en son ve en çok…

Seni askere yolladığımız gün, anneni çok zor teskin etmiştim; şimdi o beni teskin etmeye çabalıyor. Gece gündüz dinlediğin radyo kanalını açtık ve Seha Okuş, “Hasretinle Yandı Gönlüm” şarkısını söylüyor şu anda; annenle bir ayrıldık salondan. Annen mutfağa geçti; ben, oturma odasına girdim. Güya ikimiz de saklıyoruz birbirimizden gözyaşlarımızı…

Sen doğmadan önce, sana koyacağımız ismi düşünmüştük annenle ve farkında olmadan aynı isim geçmiş yüreğimizden; “Barış” diye seslendik sana…

Nice çocukları yetiştirecektin, nice sevgileri, umutları ve elbette barışı büyütecektin; sana kahır mektubu yazacağımı nereden bilebilirdim ki…

Evlat acısı dinmez oğlum; ama biz sana inandığımız gibi barışa inanacağız ömrümüz boyunca. Sen gibi nice güzel canlar var ve biliyoruz ki, barışa hâlâ inancımız var.

Yüreğimizdesin Barış; seni nasıl büyüttüysek annenle, sana söz veriyorum oğlum, barışı da büyüteceğiz biz…

Bir dilek tuttum senin için bu gece; umarım yaraların kabuk bağlamıştır…

Çocukluğunda çekildiğimiz siyah beyaz bir fotoğrafa bakarken yazdım bu mektubu. Daha uzun yazmak isterdim ama elim titriyor oğlum…

Daha çok hak veriyorum sana; okuma yazma bilmek güzel şey. Okumayı bilmeseydim, mektubumu nasıl duyururdum sana; yazmayı bilmeseydim, vedasız cümleler kuramazdım çizgili dosya kağıtlarına…

Veda etmiyorum sana oğlum; unutma ki yüreğimizdesin… Unutma ki, en yakınımızda, en uzağımızda ve barış`a olan özlemimizdesin…

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.